Polonez işçilerinin altı aydır süren direnişi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda patron ile sendika arasında imzalanan anlaşma ile sona erdi. Çatalca Adliyesi’nin önündeki direniş çadırının 6 Ocak; fabrika önündeki çadırın ise 7 Ocak günü kaldırılmasıyla ve kutlama ile birlikte direniş sonlandırıldı. Tek Gıda-İş Sendikası Örgütleme Uzmanı Yunus Durdu direnişin ilk gününden itibaren direniş alanındaydı. Durdu ile direnişi ve kazanımlarını konuştuk.
– Altı ay süren ve çok ciddi bir gündem yaratan bir direnişiniz söz konusu oldu. Bu direniş bize ne anlattı? Geriye dönüp baktığımızda bununla ilgili neler söyleyebiliriz?
– İlk olarak Polonez direnişi, son dönemde Türkiye’deki önemli direnişlerden biri oldu. Özellikle kadın direnişi olarak öne çıktı. Kadınların yaptığı ender direnişlerden bir tanesi oldu. Kadınlar çok fazla direnişe katılmazlar ama katıldıklarında da mutlaka bir başarıyla çıkarlar.
Polonez direnişimiz 14 Temmuz’da başladı. Buradaki işçiler, yıllardır yani 15-20 yıldır asgari ücret bile alamadıkları bir çalışma düzeninin içindeydi. Arkadaşlarımız, Ürdünlü şirket karşısında tüm çalışmalarına-emeklerine rağmen asgari ücretin altında bir ücret alıyordu. Ayrıca işçiler hiçbir zaman işveren tarafından muhatap alınmıyordu. Yıllardır böyle olmuş. Sonunda işçi arkadaşlarımız, önce DİSK’e bağlı Gıda-İş Sendikası’na üye oluyorlar.
Sonra ise Tek Gıda-İş Sendikası’na üye oluyorlar. 120’ye yakın işçi arkadaşımız üye oluyor. Sonradan bu sendikanın yetkisi olmadığını öğrenince tekrar Tek Gıda-İş Sendikası’na üye oluyorlar. 14 Temmuz itibariyle de süreç başlıyor. Öncelikle 13 işçi arkadaş işten atılıyor. Öncü arkadaşlarımız atılıyor önce. Daha sonra içerideki işçi arkadaşlarımız atılan işçileri yalnız bırakmayarak “bizim abilerimiz, ablalarımız işbaşı yapana kadar, biz de üretimden gelen gücümüzü kullanıyoruz” diyor ve üretimi durduruyor.
Devamında işveren, işçilerin gözünü korkutmak için 30 işçiyi daha attı. Bir hafta sonra yani ayın 14’ünde 13 kişiyi, ayın 24’ünde bir 33 kişiyi daha işten atarak toplamda 43 kişinin iş hakkını feshetti. Bunları 46-Kod’dan attı işveren. “Hırsızlık ve yüz kızartıcı suçlar” kapsamında.
Bu durum, yıllardır ücret talebi olan arkadaşlar için bu sefer bir onur mücadelesine dönüştü. Yani işveren, işçi arkadaşlarımızı terbiye etmek için sürekli tehdit ederken arkadaşlarımız da “işçi arkadaşlarımız, atılan arkadaşlarımız işe alınmadığı müddetçe biz bu konuyla ilgili kesinlikle işverenimizle oturmayacağız” dediler. İşveren baktı olacak gibi değil, işçilere bir ikramiye verdi, % 25 zam yaptı. Asgari ücreti bile vermeyen işveren, bu sefer işçilere ikramiye ve sosyal haklar vermeye başladı. Bununla ilgili işçileri toplantıya çağırdı. Ama işçi arkadaşlardan toplantıya katılan olmadı. Yıllardır ezdiği işçiler, bir gün gelip konuşmaya başladığında işverenin, patronların zoruna gitti bu durum. O gün bugündür Tek Gıda-İş Sendikası burada bir mücadele başlattı.
İşçi arkadaşlarımız üretimi durdurmuştu. Tek Gıda-İş işçilere sahip çıktı. Zaman zaman polis tehditleri oldu, zaman zaman gözaltına alınmalar yaşandı. Polis işçileri, işçinin çocuklarıyla tehdit etti, ters kelepçeler takıldı, işçilerin kaburgası-kolu kırıldı…
Günlerdir orada mücadelenin içindeki kadın işçiler yılmadan, usanmadan bir mücadele verdiler. Taa ki en son Ankara yürüyüşüne kadar… Biz bu süreç içerisinde Türkiye’de ilk defa Çalışma Bakanlığı’nın işten atılmalara karşı teftiş kurulu gönderdiği, fabrikaya bakan yardımcılarını gönderdiği bir döneme şahit olduk. Bu Türkiye’de uzun yıllardır, 50 yıldır olmayan bir şeydi. Polonez işçileri bunu değiştirdi. Bakan yardımcıları fabrikaya kadar gelip direniş çadırlarında toplantı yaptılar.
Polonez: Toplumun her kesimini içine alan bir direniş!
– İşçilerin Ankara’ya yürüme kararlılığı bir mesaj verdi aslında. İşçilerin hakları için Ankara’ya yürüme kararı alması ne anlama geliyordu sizce?
– Bu konuyla ilgili, maden işçileriyle o dönem temas halindeydik. Biz biraz da Ankara yürüyüşünü ertelemiş olduk. Maden işçileri bizden biraz daha erken gitmiş oldu. Ankara yürüyüşünü beraber planlamıştık aslında ama bizimki biraz geriye sarkınca arkadaşlarımız, maden işçileri devam ettirdiler. Polonez işçileri tabi ki maden işçilerinin kazanımı çok önemli buluyor, etkili oldu. Çünkü oradaki sorunların Türkiye’nin gündemine gelmesi ve bir iktidar milletvekilinin buradaki madenin sahibi olması vb. başka bir noktaydı. Ama bizim Polonez işçilerinin mücadelesi, Türkiye’deki yabancı sermayeli patronların, yabancı şirketlerin Türkiye’yi yol geçen hanına çevirdiği bir dönemde verilmiş oldu.
Aslında Türkiye’deki yabancı sermayenin ne kadar acımasız, ne kadar kuralsız bir sistem geliştirdiğinin bir örneğidir Polonez işçilerinin yaşadıkları ve mücadelesi. Polonez direnişi, toplumun her kesimini içine alan bir direniş. Bu tür direnişler, ülkemizde 10 yılda, 15 yılda bir çıkar.
Yani direnişimiz, toplumun her katmanının içinde olduğu bir mücadeleydi. Bunu en son Tekel Mücadelesi’nde görmüştük. Ama Polonez mücadelesi de son yıllarda her siyasi partinin, derneğin, sendikaların bir arada mücadeleye destek verdiği, omuz verdiği bir mücadele oldu. Bu mücadeleye Türk-İş Konfederasyonu’ndan, DİSK’e, KESK’inden şubelerine, Hak-İş Konfederasyonu’na kadar destek geldi. Siyasi partilerin en uç noktasından en liberaline kadar da destek geldi. Çünkü bu bir toplumsal harekete dönüşüyordu. Son dönemde, çalışanların, emeklilerin, işsizlerin, çiftçilerin, ev kadınlarının yaşadığı sorunları aslında Polonez direnişi Türkiye’nin gündemine taşıdı.
Mesela konfederasyonların Ankara’da 150 binlerle yaptığı eylem bile Polonez işçilerinin mücadelesi kadar gündemde yer almadı. Konfederasyonlar da işçilerin taleplerini Polonez işçilerinin üzerinden götürmeyi yeğliyorlardı. Ama tabii ki bu Ankara yürüyüşü başlayınca toplumun her kademesinden ses verildi.
Biz zaten bu mücadelenin adını “Anayasal Hak Yürüyüşü” koyduk. Çünkü bütün işçilerin, Anayasadan kaynaklı problem yaşayan herkesin direnişe destek vermesi, sarılması gerektiğini düşündük. Ve de tam asgari ücretin belirleneceği gündeme, noktaya getirdik ve bunların hepsinin zamanlaması bizim için çok önemliydi. Hepsini bilerek yaptık.
Ve geldiğimiz noktada da toplum nezdinde yaptıklarımız karşılık gördü. İktidar tabii ki bunu durdurma kararı aldı. Gördüğünüz gibi –zaten siz de bunlara şahit oldunuz– binlerce polis, çevik kuvvet, tomalar, narkotik polisleri günlerdir fabrikanın önünde işçiyi tecritte tuttu. Bizim bu tecriti kırmamız gerekiyordu. Bunun da yolu, yürüyüşten geçiyordu Ankara yürüyüşümüz, Çatalca Adliyesi’nin önünde yine polis ablukasıyla, binlerce polisin çevirmesiyle sürdü ve orada adliyenin önünden kıpırdatmadılar bizi. Ama biz her şeye rağmen direndik. Zaten yürüyüşümüzün amacı, kamuoyu yaratmaktı. Beştepe’ye yürümek istedik.
Yani Meclis’e, Ankara’ya, bakanlığa falan değildi yürüyüşümüz. Bütün adalet saraylarını geze geze, buralarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasasını, hakkını savunan hakimleri ya da savcıları, hukukçuları arıyorduk. Elimizde fenerler, teraziler vardı. Hedefimiz, yolumuz Beştepe’ydi.
Bu engellendi ama sonuç itibariyle biz Polonez işçilerinin mücadelesini kazandık. Tabi ki Polonez işçileri kazanırken Türkiye işçi sınıfı da kazandı. Direnişimiz artık o bölgedeki işçilerin bir yıl içerisinde iki kere zam almasına vesile oldu. Sosyal hakların verildiği bir döneme geldik. Bununla beraber o bölgede işçilerin hareketlenmesi de gündeme sözkonusu. Çoğunluğunun kadın olduğu Polonez mücadelesi, Türkiye işçi sınıfına büyük kazanımlar getirdi. Onun için çok kıymetli bir direniştir.
“Sendikaların işçi mücadelesine doğru yaklaşması gerekiyor!”
– Sınıf dayanışmasının da güzel örnekleri sergilendi direniş boyunca. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Tek Gıda-İş Sendikası, gerçekten bir işçi örgütüdür. Bunu söylerken abartmıyoruz. Çünkü sendikanın bütün gelirlerini doğru kullanıyoruz. Biz kurumsallaştık ve 45 bin üyemizin % 15 gelirini direkt örgütlenmeye aktarıyoruz. % 10’unu eğitime, geri kalanını da sendikanın diğer giderlerine kullanıyoruz. Onun için örgütlenmede biriken % 15’lik pay her ay itibariyle sadece örgütlenme için kullanılır, onun haricinde hiçbir şekilde başka bir yerde kullanılmaz. Mesela sendikalaşmadan dolayı işten atılmış, greve çıkan işçilerimizin maaşlarını ödüyoruz. İşçilerimizin servisinden yemeğine kadar her türlü giderini destekliyoruz.
Sendikaların işçi sınıfına, işçi mücadelelerine doğru yaklaşması gerekiyor. Bir kere işçiler bir mücadeleye veriyor ama bununla bitmiyor. Mesela bizimle beraber As Plastik direnişi vardı, Türk-İş Konfederasyonu’na bağlı. İşçiler mücadele etmek istediler ama bir aydan sonra işçilerin maddi sıkıntıları, dertleri, kiraları vb. birleştiğinde sorun oldu. İşçiler öncelikle ailesini düşünmek zorunda. İşte sendikalara tam burada iş düşüyor. Sendikaların mücadeleye çıkan, işten atılan, örgütlenmeye çalışan işçilere sahip çıkması gerekiyor. En azından maaşlarının % 80’ini ödeyebilmesi, işçilerin herhangi bir sıkıntı yaşamasının önüne geçmesi lazım. Tabi gerçek anlamda bir mücadele verilecek, kazanılacaksa.
Biz Tek Gıda-İş Sendikası olarak Polonez işçilerinin altı aylık ücretlerini ödedik, maaşlarını ödedik. Normal işe gelirmiş gibi altı-yedi tane servisle elli kilometre köylerden işçileri getirdik, yemeklerini de aynı şekilde ayarladık. Aylık beş trilyona yakın bir giderimiz vardı direniş alanında. Yani biz sendika olarak maddi konuda üzerimize düşen her şeyi yaptık. Bugün Türkiye’de sendikalar gerçek anlamda bir başarı istiyorlarsa öncelikle işten atılan işçilerin, örgütlenmeye başlayan işçilerin bu sorunları da kafa yormalı. İşçi, sendikalaşma noktasında eğer işten atılmayı göze alıp bu yola giriyorsa, sendikaların işçilere sahip çıkması gerekiyor. Sahip çıkılırsa bana göre direnişler başarıyla sonuçlanır.
“Sendikacılarımıza, örgütlenme uzmanlarımıza çok iş düşüyor!”
– Bizler de röportaj yaptığımızda ya da kendileri konuşma yaptığında işçiler birçok değişim yaşadıklarını, artık hayata ve mücadeleye eskisi gibi bakmadıklarını söylediler. Sizin de buna dair gözlemleriniz vardır. Direniş, bundan sonraki yaşamında nasıl bir yansıma bulacak sizce?
– Ben Tekel direnişinde sekreterlik yapmış bir kardeşiniz olarak, o direnişin de öncülerindendim, öncüsüydüm hatta. Burada şunu söyleyebilirim; işçi arkadaşlarımızla doğru konuşmak lazım. Yani sendikacılar, işçilere tepeden bakmak yerine gerçekten aynı hizadan konuşmalı. Bunun başka bir temeli de şu; Arkadaşlarımız hangi dilden anlıyorsa o dilden, doğru ve anlaşılır bir şekilde sohbet etmek lazım. Yani derdimiz ekmek, derdimiz iş, derdimiz karşımızda ekmeğimizi çalan patron vb. Yani yaşananları doğru teşhir edip işçi arkadaşlarımızla buna uygun sohbet etmek gerekiyor. Sendikacılar doğru, aşama aşama götürürse işçiler bir yol kat ediyorlar.
Ama maalesef Türkiye’deki hem sendikalarımızın hem siyasi partilerimizin bakış açısı bu değil. Bir kere Çatalca’nın köylerinde yaşayan bu kadınlar, Polonez kadınları, hayatlarında ilk defa polisle karşılaşıyor. İlk defa sendikayla karşılaşıyor. Hatta sendikanın ne olduğunu bilmiyor. Şimdi siz buna kapitalizmi anlatıp, liberalizmi anlatıp, bu kelimeleri konuştuğunuzda, makro dengelerden vb. bahsettiğinizde bu insanlara bir şey veremezsiniz. Ama bu insanlara gerçek anlamda ekmek, iş, patron; anlaşılır dilde, doğru anlamda yönlendirdiğinizde işçiler gelişme sağlıyor. Ve sonunda zaten işçi arkadaşlarımız bir gün geliyor, karşısında ne polis tanıyor ne patronun gücünü ne de devletin gücünü tanıyor.
Yıllardır gözünde milliyetçi dediklerinin aslında milliyetçi olmadığını, vatanı severlerin aslında vatansever olmadığını görüyor. Ya da kendilerine terörist diye tanıttıkları, sosyalist, komünist dedikleri insanların aslında gerçekten onlar gibi işçi olduğunu, onlarla aynı kaderi paylaştığını süreç içerisinde fark ediyor. Bu sefer de ne kadar yanıldığını, dünyaya başka pencereden baktığını görüyorlar. Onun için sendikalarımıza, sendikacılarımıza, örgütlenme uzmanlarımıza çok iş düşüyor. Bu nedenle işyerlerine daha fazla zaman ayırmak gerek. Sadece 8 saat ayırıp, bunun dışında “benim örgütlenme görevim değil” demek doğru değil. Biz orada 6 ayın 24 saatinin 18 saati işçilerle beraberdik. Sendikanın hem maddi hem de manevi olarak işçilerin yanında olması gerekiyor.
– Son olarak toparlamak gerekirse, Polonez direnişinin kazanımlarıyla ilgili nasıl bir değerlendirme yapılabilirsiniz? “Sendikal mücadele içeride yürütülemeyecek, işçiler içeriye alınmayacak” gibi kaygılar, soru işaretleri var? Kazanımları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Bizim önceliğimiz tabii ki buraya sendikanın girmesiydi ama burada ilk olarak; işçi arkadaşlarımızın başta da söylediğim gibi yanlış sendikaya üye olmaları durumu yaşandı. Sonra o sendikadan çıkıp tekrar bizim sendikaya üye olması vb. süreci içerisinde bir sayı yakaladık ama bir aylık yasal süreç var, bizim üyemiz sayılması için. İşverenin bu sürede yeni işçi alma durumu oldu. Yani bizim yetki tespit davamız, mahkemelik oldu, muvazaalı oldu.
Burada Türkiye’de yasalar, yargı açısından baktığımız zaman neredeyse 3-4 sene sürüyor bu. Yargı sürecini bekleyeceğiz. Ama bunun yanında biliyorsunuz işçiler “46. Kod”dan çıkarıp işsizlik bile alamıyorlardı. Bugün işçi arkadaşlarımız 46. Kodu değiştirdiler, işsizlikten faydalanıyorlardı. İşçilerin tazminat ihbarı bile ödenmemişti. Ama bu mücadelenin arkasından tazminatlarını aldık, ihbarlarını aldık. Boşta geçirdikleri, eylemde geçirdikleri beş aylık süreyi aldık geriye dönük olarak. Sendikal tazminat olarak işçi arkadaşlarımız, bir yıla kadar olan, bir yıldan az çalışan arkadaşlar, bunların haricinde üç maaş daha sendikal tazminat sözkonusu oldu.
Bir yıldan sonrası daha fazla yani 8 maaşa kadar da sendikal tazminatları var arkadaşların. İçeride zaten üyelerimiz var. O üyelerimize dokunulmayacak. Şu anda ücretli izinde olan 20’ye yakın işçi arkadaşlarımız var. Onlar da bu hafta itibariyle işe başladılar, başlayacaklar. İlerleyen süreçte de sendika eninde sonunda girecek ama bakalım süreç ne gösterecek? İşveren bu işçilerin paralarını ödedikten sonra da içlerinden ihtiyaç duyduğu işçilerden çağırabilecek yapılan mülakatla birlikte.
– Teşekkür ederiz, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
– Ben de teşekkür ediyorum. Bu mücadelenin doğru anlatılması gerektiğine inanıyorum. Sizin de bunu doğru anlatacağınız ısrarınızdan zaten ortada. Onun için size de ayriyeten teşekkür ediyorum.