Kadınların “şiddete dur diyoruz” sesinin dört bir yanda çok güçlü yankılandığı bir 25 Kasım’ı daha geride bıraktık.
Kadınları ve çocukları hedef alan şiddetin her halinde varlığını hissettiren erkek devlet şiddetine, artan kadın katliamlarına, tacize, tecavüze ve şiddetin her biçimine karşı kadınların birleşen sesinin eylemlerde, sokaklarda, meydanlarda buluştuğu bir 25 Kasım oldu.
Erkek egemen devlet mekanizmalarının yasak duyuruları ile uyandığımız 25 Kasım gününü kadınların ısrarını, direnişini ve yasak tanımazlığını hafızalarımıza kaydederek kapattık.
25 Kasım’a gittiğimiz süreçte bir yandan kadınların erkek şiddetine maruz kaldığı, sokak ortasında katledildiği, fail erkeklerin yine devlet tarafından korunduğu, aklandığı örnekler yaşanırken bir yandan da devlet belediyelere kayyum atamaya başlamıştı. Haziran ayında Hakkari belediyesine yönelik kayyum saldırısını Kasım ayı başında Esenyurt, Mardin, Batman, Halfeti, Dersim, Ovacık ve Van Bahçesaray belediyelerine atanan kayyumlar takip etti.
Son iki dönemdir açığa çıkan kayyum saldırısının ülkenin politik gündemi açısıdan anlamını, devletin bu saldırıya neden başvurduğunu, ezilenler cephesinden nasıl karşılık bulduğunu, kayyum zihniyetinin Türk devletinin hangi kodlarından beslendiğini biliyoruz.
Seçme seçilme hakkının gaspı gibi görünen bu saldırı aslında başta Kürt halkı olmak üzere ezilen milyonların politik tercihlerini ve sistemin çizdiği sınırları tanımayan ideolojik düzlemlerini zayıflatmaya, yıkmaya dönük daha kapsamlı bir saldırının parçasıdır. Belediyelere kayyum atanması ile daha tanır hale geldiğimiz bu saldırı, aradan geçen zaman diliminde üniversitelere de yöneldi. Toplumsal yapıya biçim veren bu alanlara yönelen kayyum saldırısının ve bunu açığa çıkaran zihniyetin kadınların yaşamlarında da önemli izleri var. Kayyum saldırısı belediye başkan ya da eşbaşkanlarının gözaltına alınmasını, tutuklanmasını, yerlerine erkek devleti temsilen atanmış erkeklerin oturtulmasını içerdiği için doğrudan bir saldırı. Bunun yanında kayyum, devletin gaspettiği alanlardaki kadınların varlığını, kazanımlarını, gücünü hedef almasıyla da yine doğrudan bir saldırı.
Tüm bunların yanında önceki örneklerden de bildiğimiz gibi kayyumlar atandıkları andan itibaren vakit kaybetmeden kadınları özneleştiren, güçlendiren yapıları yoketmeyi ya da başka bir erkeğin denetime sunmayı görev ediniyor. Batman Belediyesi’ne kayyım olarak atanan Ekrem Canalp’in ilk işlerinden biri Kadın Müdürlüğü’ne bir erkeği koordinatör olarak atamak oldu.
Kadınların toplumsal konumunu sürekli olarak geriletmeye çalışan bir erkek egemen zihniyetle karşı karşıyayız. Bu yüzden cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmaya çalışan her türlü çabanın karşısına devlet özel olarak çıkıyor. Eşbaşkanlık sisteminin bu denli hedef alınmasında da kayyumların kadın iradesinin açığa çıktığı merkezleri yok etmeye çalışmasında da ortak kaygı var. Erkek egemen düzen, kadınların politik birer özne haline gelmesini, “yönetenler” arasında yer edinmesini istemiyor. Kadınların emeğinin değeri ile buluşmasını, kadınların çalışmasını istemiyor; eğer çalışması gerekiyorsa da bunun cinsiyet eşitsizliğine uyumlu olmasını istiyor.
Özetle sözkonusu kadınlar olunca karşımızda sadece atanmış bir belediye temsilcisi olmuyor, karşımıza erkek egemen düzen bütünlüğü ile çıkıyor.
Bu yüzden kayyumlar, kadınların sadece seçme seçilme hakkını gaspetmiyor, hayatlarını gaspetmek istiyor. Bu düzen içerisinde hak olan herşey için ayrıca mücadele verip kazanmak zorunda olan bir kadın gerçekliği var. Sistem bunu her attığı adımda kadınlara bir kez daha hatırlatıyor, daha da ötesi bunu dayatıyor.
Ancak toplumsal olarak çok köklü değişimler yaşanmasa da bu değişimi yaratmaya aday güçlü bir kadın gerçekliği var. Bu gerçek büyüdükçe, güçlendikçe kayyum zihniyeti çaresizleşecektir.