DerlediklerimizGüncel

DENİZ ARAS | Böyle olur ‘Ankara barışı’!

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devletlular hiçbir soruna çözüm merkezli yaklaşmamıştır. Devlet politikası her daim inkar, imha ve tasfiye etme merkezli olmuştur.

2024 yılının sonbaharından itibaren merkezinde Kürt ulusal sorununun olduğu bir “süreç” yürütülüyor. En azından kamuoyuna yönelik yapılan kimi açıklamalardan bu anlaşılıyor. DEM Parti adına yapılan açıklamalarda sürecin bir “çözüm süreci” olmadığı “barış yapma çabası” olduğu ifade ediliyor.

AKP-MHP iktidarı ise tüm bu gelişmelere “süreç” ya da “açılım” demekten özellikle imtina ediyor. Hararetle “terörün tasfiye edilmesi”nden ve “tarihi fırsat”tan bahsediliyor. Eller sıkılıyor, çağrılar yapılıyor ve Abdullah Öcalan için şarta bağlı olarak “gelsin, mecliste konuşsun” önerisi dile getiriliyor.

Ağır tecrit koşulları altında tutsak edilen A. Öcalan dışında, aktif mücadele içinde olan Kürt ulusal hareketi önderleri tarafından yapılan kimi açıklamalarda herhangi bir sürecin olmadığı ve bu kapsamda kendileriyle bir temas kurulmadığı ifade ediliyor. A. Öcalan adına kamuoyuna yönelik yapılan kısa bir açıklama dışında kapsamlı bir bilgilendirme yapılmadığı için yaşanan gelişmelere dair somut bir değerlendirme yapma olanağımız da bulunmuyor.

Ancak iktidarın daha önceden hem Kürt sorunu hem de başka meselelerde ilan ettiği “çözüm” ve “açılım” süreçlerinin sonuçları hakkında fazlasıyla pratik tecrübeye sahip olduğumuzdan, bu “süreç olmayan süreç” hakkında genel bir değerlendirme yapma şansımız bulunmaktadır.

Her şeyden önce AKP-MHP iktidarı açısından “süreç”in Suriye’de yaşanan gelişmelerden ve özellikle de Rojava’da Kürt ulusunun kazanımlarından bağımsız olmadığı anlaşılıyor. Faşizmin yaşanan süreci bir “beka sorunu” olarak gördüğü ve Suriye’de Esad rejiminin devrilmesini kendisi açısından fırsat olarak değerlendirmek istediği açıktır.

TC’nin, Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin denetiminde olan bölgelere yönelik doğrudan ve maaşlı çeteleriyle saldırılarını ısrarla sürdürmesi, başta Kobane olmak üzere saldırı tehditlerini devam ettirmesi gibi gelişmeler, geleneksel “Kürt anasını görmesin” politikasındaki ısrarı gösteriyor.

Bu anlamıyla “sürec”in Türkiye’de Kürt sorunu olmadığı (ki böyle bir sorun olmadığı zaten ifade ediliyor) Suriye’de yaşanan gelişmelerle ilgili olduğu kesindir. TC devleti, yaşanan gelişmeleri kendi bekası için tehdit ve dahası işgal ve ilhak politikasında bir fırsat olarak gördüğü için yüzünü İmralı’ya dönmek zorunda kalmıştır.

Ancak ortada garip bir durum olduğu da kabul edilmelidir. İktidar bir yandan “süreç olmayan süreç”ten bahsederken başta A. Öcalan olmak üzere Kürt ulusal hareketine yönelik her türlü saldırganlık sürdürülmektedir. Hatta yıllardır tecrit işkencesine maruz bırakılan A. Öcalan’ın “evlenmek istediği”nden tutalım da Kürt ulusunun ulusal kimliğine yönelik her türlü psikolojik savaş ısrarla sürdürülmektedir.

Çeyrek asrı aşan bir süredir esir tutulan; en temel insani hakları dahil olmak üzere, TC devletinin kendi yasalarında bile olan hakları kullandırılmayan ve bu anlamıyla ağır bir tecrit işkencesine maruz bırakılan A. Öcalan’ın “paradigması”nın ne olduğunu biliyoruz. Üstelik bu yeni de değil. Öcalan tutsak edildiğinde ne söylediyse şimdi de benzer şeyler söylüyor.

TC devletinin paradigmasını da biliyoruz. TC devletinin yüz yıllık resmi ideolojisi, -diğer çelişkiler bir yana- Kürt ulusunun inkarı, asimilasyonu ve imhası üzerine kuruludur. Kürt ulusu üzerinde başta Özgürce Ayrılma Hakkı’nın reddedilmesi olmak üzere, Kürtlerin bir ulus olmasından kaynaklı ulusal haklarının gasp edilmesi üzerine kuruludur.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devletlular hiçbir soruna çözüm merkezli yaklaşmamıştır. Devlet politikası her daim inkar, imha ve tasfiye etme merkezli olmuştur. Şu anda da yaşanan budur. Hatırlanırsa Avrupa Birliği reformları döneminde bizzat R.T.Erdoğan, “Gerekirse Kopenhag değil Ankara kriterleri ile devam ederiz” denilmiş ve Kürt ulusu da dahil olmak üzere Türkiye halkına yönelik faşist saldırganlığa devam edilmişti.

Şimdi de AKP-MHP iktidarı tarafından “olmayan” Kürt sorununun “çözümü” için “Ankara barışı” dayatılmaktadır.

Önemle belirtmek gerekir ki, sürecin hassasiyetleri ileri sürülerek, kimi temel hakların pazarlığı yapılmamalıdır. Örneğin hasta tutsakların serbest bırakılması gerektiği, binlerce tutsağın “idare gözlem kurulları” adı atında faşist bir cezalandırma yaklaşımıyla infazların yakıldığı koşullarda hakların pazarlığı olmayacağının altı çizilmelidir.

Kürt ulusuna Ankara barışı dayatılmasına karşı net olarak ifade etmek gerekir. A. Öcalan özgür olmadan süreç olmaz. Çözümün önündeki engel silah değil, TC devletinin Kürt ulusuna yönelik ulusal baskı politikasıdır.

Ulusal imtiyazların ortadan kaldırılması, “Ankara barışı”yla değil halkların barışıyla olacaktır.

(Yeni Yaşam. 15 Ocak 2025)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu