Çok uzun zamandır kadınların nasıl yaşayacağına, çalışıp çalışmayacağına, kaç çocuk doğuracağına, ne giyeceğine, saat kaçta nerde olup olmayacağına kafasına göre biçim vermeye, müdahale etmeye çalışan bir erkek egemen devlet gerçeği ile karşı karşıyayız. Özellikle AKP’nin iktidarda olduğu son on yılda bu saldırganlık her gün biraz daha perçinlendi.
Kendi kadın profilini yaratmak isterken toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirecek adımlar, politikalar bir bir yaşama geçirildi. Kadınlar için bu düzende başka hiçbir ihtimalin olmadığı algısı, kadınların bilinçlerine yerleştirilmeye çalışılırken kadın mücadelesinin biriktirdiği tüm kazanımlar parça parça gaspedilmeye çalışıldı.
Erkek egemen devletin kadınları hedef alan saldırılarında en kolaylaştırıcı ve süreci hızlandıran aracı ise son yıllarda kanun hükmünde kararnameler oldu. Halkın bütününü ilgilendiren, etkileyen kararlar sadece Erdoğan’ın imzası ile sadece bir gecede kanun hükmünde kararnamelerle yürürlüğe girdi. Bundan en fazla payını alan kadınlar oldu. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı bunun en önemli örneğiydi.
Erkek egemen devlet, bu kapsamda adımlarını sürdürüyor. Yine gece yarısı kararnameleri ile kadınlara müdahale etmeye, bu müdahaleleri kurumsallaştırmaya çalışıyor. Erdoğan’ın imzası ile 24 Aralık gecesi kararnameler yayınlandı. Bu kararnamelerle Aile Enstitüsü ve Nüfus Politikaları Kurulu’nun kurulduğu duyuruldu. Her ikisi de kadınları yakından ilgilendiriyor. “Aile yapısının ve değerlerinin korunması ve güçlendirilmesi” amacı ile kurulduğu açıklanan Aile Enstitüsü de “doğurganlık hızının yükseltilmesi, aile kurumunun güçlendirilmesi ve sağlıklı, dinamik nüfus yapısının korunması” yetkisini içeren Nüfus Politikaları Kurulu da kadınları aileye sıkıştırmayı, kadın bedeni ve emeğini sermayenin hedef ve çıkarlarına uygun biçim alabilen bir araç haline getirmeyi hedefliyor.
Erkek egemen devletin inşa ettiği ve içinde aile, nüfus geçen hiçbir kurumunda kadınlar bakımından emek ve beden sömürüsünden başka bir gerçek yaratmadığını biliyoruz. Erkek egemen devlet, her fırsatta boşanma oranlarının artmasından, çocuk sayısının azlığından, evlilik yaşının yükselmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Bunun sonucu olarak toplumun en geri yanlarına seslenerek aileyi ön plana çıkarıyor, kadınları aileye sıkıştıran politikalara yükleniyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeleri de 6284’e dönük tehditleri sürdürmeleri de boşanma, nafaka, velayet gibi konularda erkekler lehine düzenlemeler yaparak boşanmaların önüne geçmeyi, kadına yönelik şiddetin önünü açmayı ve toplamda kadınları “makul aile”ye sıkıştırmayı hedefliyor. Bugünkü kurulun, enstitünün de amacı erkek egemen devletin bu bütüncül hedefine hizmet etmektir. Enstitünün görevleri tanımlanırken “ailenin sosyal refahının artırılması” vurgusu yapılıyor. Bu vurgunun alt metninde kadının ev içi ücretsiz köleliğinin güçlendirilmesi olduğunu biliyoruz. Nüfus Politikaları Kurulu’nda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, Diyanet İşleri Başkanı, Milli Eğitim Bakanı, Strateji ve Bütçe Başkanı vb. olması sıradan bir durum değil. “Makul aile” hedefinin sermaye ile eşgüdümünü, sermaye ile ataerkinin çıkarlarının ortaklığını işaret ediyor. Kurul “sağlıklı, dinamik nüfus yapısı” vurgusuyla semayenin bu isteğine ışık tutuyor aslında. Ucuz ve kayıtdışı çocuk işçiliğin önünü açmak, ücret eşitsizliğini büyütmek istiyorlar. Bu tablo saldırıların çok yönlü ve bütünlüklü olduğunun işareti. Hiçbir saldırıyı kadınların sessizlikle karşılamadığı, haklarını korumak, büyütmek adına direnmekten vazgeçmediği üstünü örtmeyi başaramadıkları en büyük gerçeğimiz.
Bunu büyütmek bizim elimizde. Bu kapsamlı ve geleceği hedef alan saldırılar karşısında daha bütünlüklü bir politik hatta ihtiyacımız var.