Şam’da “devrim” olarak lanse edilen iktidar değişimi, Rus emperyalizminin ve İran’ın çekilmesini, ABD-İngiliz-AB emperyalizminin Suriye’ye egemen olmasını beraberinde getirdi. Elbette İsrail ve TC’nin de Şam’daki iktidardan beklentileri vardır. Suudilerin, Katar’ın ve daha bilimum bölgesel işbirlikçi gerici devletin, Suriye üzerinde hesapları olacaktır. Kısacası Şam’ın hüküm sürdüğü alanlar rakip emperyalistlerin, yerel işbirlikçi, gerici ve faşist devletlerin talan merkezi olacaktır. Ancak nasıl paylaşılacağını önümüzdeki süreçte göreceğiz.
Şam rejiminin düşmesi ile Esad rejimine bel bağlayanların/taraftarlarının bir cadı avına maruz kalacağı öngörülmüştü. Bu durumda Baas rejimine, “Alevi devleti” yalanını yapıştıranlar, bugün “Siyasal Alevilik” propagandalarıyla Alevi katliamının meşruluğu için bir zemin oluşturmuşlardı. Bu yalan, salt Esad ailesinin kökeni itibariyle bu yakıştırmayı yapan başta TC devlet iktidarı olmak üzere Sünni kesime yaslanan burjuva kesimlerin propagandasından ibarettir. Oysaki bilinir ki, ne Hafız ne de Beşar Esad, Alevi kimliğini öne çıkarmıştır. Aksine görünürde “Sünni bir yaşam” sürdürmüşlerdi. Zira Esad rejimi döneminde de Suriye egemenlerinin ağırlıklı bölümü, Sünni kesime dayanmakta, devlet kadroları önemli ölçüde Sünni kişilerin elinde bulunmakta idi. Ancak bunun önemi yoktur. Önemli olan halkın bir kesiminin, diğer bir kesimini elimine etmesi, karşılıklı birbirlerine kırdırtılmasıdır. Zira çok geçmeden “Colani rejimi”nin de maskesi düşecek, halk düşmanı kimliği ortaya çıkacaktır. Bu açıdan ancak halkın içindeki çelişkilerin derinleştirilmesi Colani’nin kurtuluş yolu olacaktır.
El Qaide kökenli, El Nusra Cephesi’nden devşirilmiş HTŞ’nin lideri Colani, her ne kadar Sünni/selefi ideolojiden gelse de Suriye burjuvazisinin ve büyük aşiretlerin temsilcisi olacak, Arap milliyetçiliğine de bir anlamda yaslanacaktır. Suriye’de sermayenin bir kesimi el değiştirmiş ve değiştirmeye devam edecektir. Daha şimdiden dağılan bir kesim kompradorların yerini başkaları alacaktır. Bugün üzerinde kavga edilen (medyada görüşme olarak lanse edilse de) mesele, paylaşım ve kimin hükmedeceği (kompradorlaşacağı) sorunudur. Colani, kılıcı en keskin olan kesimlerin temsilcisi olarak halkın en azılı düşmanı olmaya aday olarak Şam’ın “parlamento” sahnesine hazırlatılmaktadır.
Şam’da “yeni bir rejim” tesis edilmektedir. Bu rejimin başı Colani ile karakterize ediliyor. “İsrail ile sorunumuz yok, gelip yatırım yapsınlar” parolası ile diplomaside ağırlık kazanan söylemler bir yana, pratikte kadınlara, Hristiyanlara ve Alevilere karşı baskılar artırılacaktır. Siyonizme, faşizme ve emperyalizme güzellemeler eşliğinde halka baskı politikası uygulanacaktır. Colani’nin ana güzergahı bu şekilde belirlenmiştir. Bu nedenle, Suriye’nin geleceğini daha şimdiden (düşük veya orta yoğunluklu) iç savaş hali, mücadele, baskı, katliam, zapturapt, halkların birbirlerine kırdırtılması olarak okumamak hayalcilik olur. Emperyalizm karakteri gereği girdiği alanlarda istikrar sağlamaz, aksine düzensizlik ve istikrarsızlık yaratır. Bu karakteristik özellik kendisini tarihte çok defalar ispatlamıştır.
Rekabet olgusundan kaynaklanan özelliği ile emperyalist-kapitalist sistem; egemen sınıflar içinde kliklerin oluşumunu, saflaşmasını ve birbirleri ile olan çelişmelerinin derinleşmesini beraberinde getirir. Bu anlamda HTŞ ile oluşturulmaya çalışılan rejimin daha şimdiden kendi içinde bir koalisyondan ibaret olduğu, bunun zamanla klik çatışmalarına zemin sunacağını belirtmek gerekir. Bir yanı ile Suriye’nin yeni “efendileri” halka karşı bir savaşa hazırlatılırken, oluşan/oluşacak kliklerin kendi aralarındaki çatışması madalyonun diğer yanını oluşturacaktır.
Siyonist Rejim’in elindeki su vanası
HTŞ’nin (ve diğer cihatçı selefi grupların) kendisini devlet katında yeniden kalıba soktuğu bugünlerde, İsrail’in Suriye’ye yönelik ajandasında ise işgal yer almaktadır. Daha şimdiden Suriye ve Lübnan’daki tatlı su kaynaklarının büyük bölümünü kendi himayesine almış durumdadır. Suriye/Lübnan hattında içme suyunun vanası İsrail’in eline geçmiştir. Bu durumda halkın su ihtiyacının giderilmesi, siyonist rejimin insafına kalacaktır. İklim değişikliklerinin neden olduğu kuraklık ile her geçen süre coğrafyada daha fazla su sıkıntısı yaşanırken, İsrail’in bu temelde stratejik bir alanı elinde bulundurması, tüm bölgedeki insanlık yaşamını derinden etkileyecek bir gelişme olarak kaydedilmesi gerekir. Filistin’de yaşanan soykırım göstermektedir ki; Suriye, Lübnan halkı da önümüzdeki süreçte siyonist rejimin saldırılarına daha fazla maruz kalacaktır. Tesis edilmeye çalışılan “Colani rejimi”, bu duruma karşı çıkmak bir yana, aksine siyonizmle daha sıkı ilişkiler geliştirmek istemektedir.
İsrail’in hedefi bununla sınırlı değildir. Diğer yanıyla İsrail uzun bir süredir işgal altında tuttuğu Suriye’ye ait Golan Tepeleri’nden sonra Jabal al-Shaykh (“Şeyh Dağı”-“Hermon Dağı) ve Şam’ın güney kesimleri tümden İsrail’in denetimine geçmiştir. Bu, askeri açıdan stratejik bir durumu arz etmektedir. Şam ve çevresi, askeri açıdan karadan kuşatma ve baskı altına alınmıştır. Suriye’nin hava ve deniz kuvvetleri de dahil tüm askeri alt yapısını yok eden İsrail, her yönüyle Şam rejimini çevrelediğini ortaya koymaktadır. Asıl mesele ise Suriye halkının kuşatılmasıdır. Colani’nin İsrail için bir tehdit olmadığı bilinmektedir. İsrail ve emperyalistler için asıl tehdit, Suriye/Lübnan/Filistin halkları başta olmak üzere tüm bölge halkı olacaktır. Tüm önlemlerin uzun vadede bu minvalde yapıldığını görülmelidir.
Suriye’de yeni nizamın bekçileri diyet peşinde
HTŞ’nin baş düşman olarak belirlediği Esad “destekçileri”ne karşı katliamlar gerçekleşti. Özellikle Tartus ve Latakya sahil kentlerinde Alevi nüfusunun yoğun olduğu ve Esad Rejimi’nin desteklendiği bilinmektedir. Eski rejimin bir “bir alevi rejim olduğu” yanılsamasının TC ve cihatçı çetelerce çokça işlendiğini akılda tutmak gerekir. Gerçek bunun aksi olsa da cihatçıların Baas rejimi suçluları ile esasta hesaplaşmak niyetinin olmadığı, asıl amaçlarının Alevi halkı başta olmak üzere kendilerine göre İslam olmayan ve yine kendilerine muhalif kesimlerin elimine edilmesi, baskı altına alınması, mallarına el konulmasıdır. Bu soykırımcı/ganimetçi geleneğin kökü elbette Osmanlı’dan bu yana TC devletinde bulunmaktadır. Cihatçı/selefi kesimlerin, Colani’nin dilinden düşen diplomasi güzellemelerinin aksine sahada katliamları tertipledikleri basına yansımıştır. Tartus’ta türlü bahanelerle sivil alevi halka yönelik provokasyonlara girişilmiş ve Alevi inanç türbeleri HTŞ gruplarının saldırıları ile yakılıp yıkılmıştır. Yapılan baskılara karşı özsavunma gerçekleştiren halka karşı önümüzdeki süreçte daha fazla baskı uygulanacaktır. Alevi inancına mensup ve çoğunluğunu Nusayrilerin oluşturduğu sahil şehirleri halkı, Esad rejiminin “günah keçisi” olarak hedef tahtasına oturtulmuştur.
HTŞ’nin bu siyaseti, TC siyaseti ile eşgüdümlüdür. Tarihi Kürt ve Alevi katliamları ile dolu olan TC’nin HTŞ’ye açtığı yolun sonu da bu katliamlara çıkmaktadır. HTŞ, TC’nin katliam politikasını Suriye’nin genelinde uygulamaya gayret gösterecektir. Burada güçler dengesi devreye girmektedir. Kürt ulusunun kendisini Rojava Devrimi’nde örgütlediği bir süreç sonunda, Şam rejimi Kürtleri kolay kolay elimine edemediğinin farkındadır. Ancak diğer azınlıklar, kendilerini savunma konusunda hem güç ve örgütlenme sorunu yaşamakta hem de uluslararası destekten büyük ölçüde mahrum durumdadırlar. Zira emperyalistler ellerindeki gülleri Colani için hazırlamışlardır.
Rojava; Halklara umut, egemenlere tehdit
Rojava devriminin boğulması için tüm gücüyle uğraşan TC, HTŞ’ye bu bağlamda baskı yapmaktadır. Suriye’nin genelinde olduğu gibi Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetim topraklarında da ulusal ve inançsal çelişkileri, özelde ise Kürt-Arap gerilimini tırmandırmaya çalışan TC, “Colani Rejimi” ile Rojava’daki çelişkileri kışkırtmaktadır. Şam’da rejim değişikliği yaşandığı süreçte, TC beslemeli çetelerin direk Minbiç’e, Tişrin’e saldırmaları, Kobani’yi ablukaya alma girişimleri, Rakka, Deyr Ezzor ve diğer kentlerde iç karışıklık denemeleri, TC’nin bu süreçteki esas amacını ortaya koymuştur. Savaşın gidişatı ile birlikte Suriye Demokratik Güçleri’nin (QSD) Tişrin barajı ve çevresinde başarılı savunma oluşturmaları, Kobani ablukasını boşa çıkarmaları ve Minbiç kırsalında önemli gelişmeler kaydetmeleri, TC ve arka çıktığı çeteleri yeniden paniğe itmiştir. Bu anlamda askeri açıdan QSD’nin kolayca pes etmeyeceği, dahası TC desteğinden yoksun SMO çetelerinin günlerce dahi dayanamayacağı apaçık ortaya çıkmıştır.
Bu durumda Suriye’nin genelinde askeri ve yönetim şekli itibariyle Rojava ve QSD’nin geniş rağbet bulma potansiyeli bulunduğunu TC egemenleri görmüş durumdadır. Bu duruma karşı HTŞ’nin ve SMO’nun güçlü bir şekilde desteklenmesi her türden gerici güçleri sahaya sürmeleri TC’nin andaki politikasını oluşturmaktadır.
Rojava açısından bir statü sorununun olması, uluslararası boyutta birçok sorunu aşamamasını beraberinde getirmektedir. ABD-AB veya Rus-Çin bloğu, Özerk Yönetim’in statü sorununu dikkate almak istememektedir. Bu mesele, diplomasi alanında da genel antlaşmalar meselesinde ve taktik politika geliştirme bağlamında da dezavantajlı bir durum yaratmaktadır. Kısa sürede bu sorunun çözülmeyeceği, hiçbir emperyalist gücün buna yanaşmayacağı görülmektedir. Dolayısıyla statü sorununu Suriye içinde “çözüme” kavuşturma adımları da güçler dengesi ile sıkı sıkıya bağlı kalmaktadır. Bu nedenle Rojava’nın korunması, kendi özgücü ile enternasyonal dayanışmaya bağlı olmaya devam edecektir.
Ortadoğu’dan Kafkasya’ya uzanan işgal ve talan cephesi
Her geçen zaman, bölge düzeyinde yaşanan çatışmaların/dalaşların periferi bölgeleri daha fazla etkilediği ortaya çıkmaktadır. Ortadoğu ve Güney Kafkasya bu anlamda önemli bir etkileşim içindedir. Salt İran’ın kuşatılması bağlamında dahi, Güney Kafkasya (Azerbaycan) ve Güney Asya’nın bir kesimini (Afganistan ve Pakistan) içine alan geniş çapta bir kesişim noktası mevcuttur. Gerek enerji nakil yol hatları bağlamında, gerekse de petrol ve doğalgaz zenginlikleri bakımından bölgeler üzerinde birbirini büyük ölçüde etkileyen politikalar hayata geçirilmektedir. Bu bağlamda Ortadoğu’da, özelde Suriye’de gerçekleşen durum, Kafkasya’da Ermenistan için de geçerli hale gelebilecektir. Ermenistan’ı Rus etkisinden çıkarmak ve kendi etkilerine almak için Azerbaycan devleti kullanılmış, Karabağ işgal edilmişti. Önümüzdeki süreçlerde Azerbaycan’ın Ermenistan’a daha fazla baskısına şahit olunacaktır. Bakü petrolleri üzerinde mevcut Rus oligarkalarının ortaklıklarını kıracak bu adımlar, bir yandan ABD-İngiliz tekellerine büyük fayda sağlarken, diğer yandan İran’ın kuşatılması tamamlanacak, Rus-Çin etkisine daha büyük bir darbe vurulabilecektir.
Ortadoğu ve Kafkasya hattına ek olarak Doğu Akdeniz üzerinde de Kıbrıs’ı merkez alan bir adım söz konusudur. Bu adımın mimarı ise İngiliz emperyalizmidir. Kıbrıs’ta İngiltere’nin askeri varlığını güçlendiren adımlar atması, İsrail’in güvenliğini sağlama alma bakımından önem arz etmekte, Akdeniz’in bu yakası üzerinden Kuzey Afrika, Ortadoğu’nun batı yakasında denetim kurabilecektir.
Diğer yandan İsrail, ABD ve İngiliz emperyalistlerinin bir sonraki hedefi Yemen olmaktadır. Yoğun saldırılarla Yemen halkının geçim kaynakları olan altyapıların tahrip edilmesi amaçlanmaktadır. Amaç, askeri başarı elde etmek değildir. Tüm sistemin yıkılıp tarumar edilmesidir. Bu anlamıyla yerle yeksan edilmiş bir Yemen, tıpkı Gazze ve Suriye’nin birçok kentinde olduğu gibi “yeniden inşa” adı altında sermayedarlara/tekellere peşkeş çekilecektir. Yemen’de Husiler “yok edilmesi gereken tehdit” iken, Yemen’in kendisi de yağmalanması gereken bir sonraki pazar olarak “sırasını beklemektedir.”
Emperyalistleri sarpa saran çelişkiler
Emperyalist-kapitalist sistemi sarpa saran çelişkiler yumağı içinde, işgal/talan/yağma ve genişleme meselesinde yatan çelişme önemli bir yerde durmaktadır. ABD-İngiliz emperyalistlerinin gittikçe genişleyen sömürü alanları iki şekilde sorun olarak karşılarına dikilecektir.
Birincisi sadece bir diğer emperyalist bloğu değil aynı zamanda genelde AB özelde Fransa ve diğer emperyalist güçlerinde rahatsızlıklarının giderek artacağı bir durum ortaya çıkmıştır.
İkincisi ise Filistin, Lübnan, Suriye ve sonrasında Yemen ve İran’da savaş alanını genişleten ABD-İngiliz emperyalizmi, daha geniş kulvarda olası halk direnişleri ile de baş etmek zorunda kalacaklardır. Coğrafya ne denli geniş olursa, üstesinden gelinmesi gereken halk mukavemetleri de o ölçüde genişleyecektir.
TC’ye biçilen rol: “Yıpranmamış ordu”
TC’nin ABD-AB emperyalistleri ile kurduğu ilişki bağlamında, önümüzdeki süreçte çıkarılacak bir savaşa hazırlatıldığı görülmektedir. Özellikle Trump’ın ağzından sarfedilen “Türkiye’nin yıpranmamış büyük bir ordusu var” sözleri, gelecekte TC’ye biçilen rolün ne ağırlıklı olacağını ortaya koymaktadır. İran ve Rusya karşısında halkımız, ABD emperyalizminin çıkarları için bir savaşa sokulmak istenmektedir. Birinci ve ikinci paylaşım savaşlarında olduğu gibi, emperyalist tekellerin çıkarları uğruna milyonlarca insanın kurban edileceği savaşlar öngörülmektedir.
Aynı durum TC komprador sınıfı için de geçerlidir. Emekçi halkımızın bugün yaşadığı yoksullaşmanın sorumluları, Suriye’de halklara yönelik katliamları örgütleyenler, selefi/cihadistleri Şam’da iktidara taşıyanlar, Rojava devriminin boğulması için her türlü gayri insani yola başvuranlar aynı zihniyetin temsilcileridir. Bunlar, TC devletinin başına çöreklenen komprador burjuvazi ve TC devlet bürokrasisinden nemalananlar ile bu sınıfların borazanlığını yapan Erdoğan/Bahçeli iktidarıdır.
Dikkat çekmek gerekir ki, Erdoğan/Bahçeli iktidarının alternatifi olarak palazlandırılmak istenen İmamoğlu/Yavaş kliğinin de aynı yolu yolcusu olduğu gün gibi ortadadır. Colani, Şam’da parlatıldıktan sonra İmamoğlu’nun Türkiye Belediyeler Birliği olarak Şam’a gitme niyetini beyan etmesi, egemen burjuva çıkarlarının savunduğunun, bunların temsiliyetini yaptığının ifadesidir. Aynı İmamoğlu’nun Rojava’yı ziyaret etmesi düşünülebilir mi? Bu İmamoğlu şahsında diğer Kemalist kliklerin karakterine ters düşen bir eylem anlamına gelirdi.
Bu nedenle emekçi halkımız, Erdoğan/Bahçeli kliği karşısında İmamoğlu kliğine yedeklenmek istenirken, andaki görevimiz ise halkın gerçek gücünü, işçi sınıfının üretimden gelen gücünün doğru temelde örgütlenmesidir. İşçi sınıfı içinde Suriye’deki gerçeklerin propagandası yapılırken, gerçek kurutuluşun da Ortadoğu’da ezilen halkların ortak mücadelesi ile gerçekleşeceğinin propagandası önem arz etmektedir.
Bölge ezilen halklarının emperyalizme, siyonizme, faşizme ve bilimum işbirlikçi gerici devletlere karşı uyanışları uzak bir ihtimal değildir. Elbette bahsi geçen emperyalizmi bilip bilmedikleri meselesi değildir. Dünya halkları emperyalizmi derinden hissederek yaşamaktadır. Bahsi geçen konu, emperyalizme karşı mücadeleyi öğrenecekleri, halkların birliğini sağlayacak adımları atacakları günleri hep birlikte yaşayacağımız gerçekliğidir. Türkiye’den Yemen’e, İran’dan Kuzey Afrika’ya, Kafkaslardan Güney Asya’ya geniş bir yelpazede halkların mücadelesini bastırmak için emperyalistler çok daha fazlasını yapmak zorunda kalacaklardır. Devrimci zemin güçlendikçe, onlar için zor olan halk hareketlerini, örgütlenmelerini bastırmak olacaktır. Bu nedenle rüzgarın devrimden yana estiğini görmek için yüzümüzü halklara çevirelim.